Bir kaç gün sonra tam bir yıl olacak... Ben hala veda etmedim babama. Mezarına da gitmedim; gidemedim ne yazık ki hala... Neden mi? Anlatayım:
Benim sevgili babam, çok zor bir çocukluk geçirmiş. Çocukluğuna dair çok şey anlatmazdı bu yüzden. Bildiklerim ne yazık ki anneme anlattıklarından ibaret. En çok annemle dertleşirdi. Ona anlatırdı. Annem de büyüdüğümüzde bize. Ara sıra çaktırmadan sorardım ama zekice geçiştirirdi. Dedemin üçüncü erkek evladıydı babam ama onun bu hayatta tek evladı vardı ve ne yazık ki o da babam değildi. Babaanneme daha yakın hissedermiş kendini babam. Babaannem ölünce ağlayıp dedem öldüğünde hiç tepki vermeyişi bu yüzden olsa gerek. Hoş, içini kim bilebilirdi ki. Köyün yarısı dedemindi herhalde. O kadar zengindi. Ama yüreği ne kadar zengindi acaba?
Sepet içinde büyümüş, çok ilgi görmemiş ve büyük ihtimalle bu yüzden iki üç yaşına kadar doğru düzgün yürüyememiş bir çocukmuş babam. Çoğu kez bahçede yatarmış. Tarlada orda burda çalışmaktan, bi gün okula gidip bir hafta gidemeyen garibim tam yedi yılda bitirmiş beş yıllık ilkokulu. Sonra da okutan olmamış zaten. Belki yaşadıklarından belki boşluktan tam on üç yaşında başlamış sigara içmeye. "Gizli gizli alır tarlada, bahçede içerdim. Nasılsa gören yoktu." derdi. Tek eğlencesi babaannemin gizlice verdiği harçlıkla şehre kaçıp sinemaya gitmekmiş. Varlık içinde yokluk çekmiş işte! Sonra askere gitmiş. Zannımca orada da çok hırpalanmış ki öyle başkalarının babaları gibi hiç askerlik anısı duymadım ben ondan. Sonra bakmış böyle olmayacak. Dedemin traktörünü alıp gizli gizli ondan gizlenmesini isteye isteye başkalarının tarlalarını sürmüş, çalışmış ve para biriktirmiş ve kaçak olarak Avusturya'ya gitmiş. Buz gibi evlerde tek yer yatağında bir sürü arkadaşıyla uyumaya çalışa çalışa, sefalet çeke çeke çalışıp yaşamış. Sonra işçi olarak Almanya'ya gitmiş ve ilk kez rahat bir yatak yüzü görmüş belki de.
Almanya'ya gidip gelmelerinden birinde annemi görüp aşık olmuş komşu köyün birinde. Bu hayattaki en büyük şansıymış annem. Annem de ona aşık olmuş. Buna güvenip istetmiş annemi. Vermemiş dedem... Babamın ailesini gözü tutmazmış; "Kızımı ezdirmem" dermiş. Pes etmemiş ama babam. Dedem kovmuş; o istemiş. Her seferinde kendi babasını kovulduğu yere gidip annemi istemesi için ikna edene dek akla karayı seçmiş. En sonunda annemle gizlice buluşmuşlar. Babam demiş ki "Pes etmeyeceğim, baban verene kadar isteyeceğim seni. Bekler misin beni?" Anneciğim "Beklerim." demiş. Babam bilmem kaçıncı denemesinde ikna etmiş dedemi. En sonunda evlenmişler. Ama annemi Almanya'ya alabilmesi için iki yıl beklemeleri gerekmiş. O da geçmiş... Nihayet buluşmuşlar.
Almanya, annem ve babam için hem çalışıp hem gezdikleri ve çok mutlu oldukları bir yer olmuş. Sonra annem hamile kalmış ama doğmadan ölmüş hiç tanıyamadığımız kardeşimiz... Sonra tam altı yıl beklemişler ablamı kucaklarına alabilmek için! Sonra da ben gelmişim! Babamdan mutlusu yokmuş ;) Hem aşık olduğu kadınla evliymiş hem de iki kız evladı varmış.
Annemle babam gerçekten aşıktı birbirine. Hem de hiç bitmeyen bir aşkla... Annem babamın kendisine her zaman nazik ve saygılı olduğunu söylerdi ki biz hiç aksi bir şey hatırlamıyoruz. Öyle bir ailede, o koşullarda büyümüş bir adamın bu kadar harika bir eş olması müthiş bir şeydir. Ailenin davranışının değil de fıtratın güzelliğinin en güzel örneğidir babam... Velhasıl kelam, bambaşka bir adamdı babam. Annem de bambaşka bir kadın elbette ama o başka bir yazının baş kahramanı.
Babam çok konuşmayan, yorum yapmayan, yaptıklarımızı nadiren takdir eden bir adamdı. Ama o sessizliğine inat bize sarılan, öpen koklayan da bir babaydı. Sevgi dile gelmezdi, yüreğe gelirdi babamla. Annem anlatır. Nöbetleşe çalışır ve bize nöbetleşe bakarlarmış. "Yeri geldi baba, yeri geldi anne oldu size" derdi. Annem eve gelene dek bizle kalır, yemek yapardı. Üstümüze titrerdi ama belli etmezdi. Uzun uzun anlatabilirim. Çocukluğumun mutlu anılarına boğabilirim sizi. Ama hiç içimden gelmiyor...
Hiç kötü huyu olmayan ama huysuz bir adamdı da babam. Ama huysuzluğu kendine zarardı. Bize zarar verecek bir tek davranışı yoktu çünkü onun dünyası annem, ablam ve bendik. Kendine zarar huyu da sigaraydı. "Bi sigaram var, karışmayın." derdi. Bizi dinlemediği tek konu buydu herhalde.
Ben üniversiteden mezun olduğumda hastalandı. Aslında yıllardır hastaymış. Alerjik bünyesi varmış. Kötü büyütülme şartları, sonrasında zor çalışma şartları... vb. derken hastalık hep varmış ama perdelenmiş işte. Koah, Anfizem...aklınıza üst solunum yolları ile ilgili gelebilecek her hastalık babamda buluşmuştu. Yaklaşık on iki- on üç yıl boyunca git gide artan bir şekilde arttı şikayetleri. Çok defa yoğun bakımda günlerce yattı. Her seferinde çıktı. Her seferinde "sigarayı bıraktım" dedi ama devam etti. Annem, ablam ve ben her üzülüp ağladığımızda babam daha da üzülürdü. Elinden geleni yapardı ama elinden gelmeyen tek şey sigarayı bırakmaktı.
Anlayacağınız asla iyileşmeyecek ve git gide kötüleşecek bir hastalıklar dizisiyle başbaşaydık. Tüm bunlara rağmen bizim iyi olduğumuzu her duyduğunda "Siz iyiyseniz, ben iyiyim." derdi. Oğuz Bey'le evlendikten sonra bana dedi ki "Tek dileğim kaldı. O da senin çocuğunun olduğunu duymak!" "Baba" derdim "Dur daha olacaklar, doğacaklar, seninle büyüyecekler." "Görür müyüm Allah bilir" derdi. Ağlardım. Her hastaneye yatışında "Bunu da atlatacak." derdim. Güçlüydü benim babam. Bu da geçecekti... Hep geçti!
Uzun uğraşlar, uzun bir bekleyiş sonrası nihayet ben hamile kaldım. Ama uzun süre babama söyleyemedim riskli olduğu için. İşlerin kötü gittiğini duyduğunda üzülürdü. Ancak hastalığı çok ilerlemişti. Zaten bir hafta evdeyse iki hafta hastanedeydi artık. Bir giriyordu yoğun bakıma, bir ay... Hamileyim... Babam hasta ve hiç iyi değil... Ama ben inanıyorum: iyi olacak, çıkacak. Sadece "hastanede" diyorum soranlara. Acı yok, gözyaşı yok! Ne yaşarsam yaşayayım, ne kadar yorulursam yorulayım; kim nasıl davranırsa davransın, yorum yok, kırmak yok... Her ne kadar takatim kalmasa da kırılsam da...
Görmeliydim babamı, özledim. Bir de müjdeli haberi vermek istedim artık. Doktoruma danıştık ve gidebileceğime karar verdik. Ben geleceğim diye toparladı kendini ve hastaneden çıkacak kadar iyileşti. İki gün evde vakit geçirdik. Ondan ve benden mutlusu yoktu. İki torun daha geliyordu! Ne var ki iznim bitti ve dönmek zorundaydık eve.
"Babacık, ha gayret. Torunlarına az kaldı. Kendine dikkat et , n'olur?!!"
"Son dileğimdi bu kızım. Olacaklarını duydum ya... Çok şükür. Unutma, siz iyiyseniz ben iyiyim. Ve sen, iyi ol Sarı Kızım."
İçim acıyarak ama Allahtan ümidimi kesmeden döndük eve. Biz döndük babam tekrar kötüleşti ve yoğun bakıma döndü. Hep çıkacağına inanmak istedim. Öyle ayakta kaldım. Durumu kötüleşince ben de kötüleştim. Sustum, kimseye yorum yapmadım, durumunun ne kadar kötü olduğunu söylemedim. Söylediklerime ise "Allah büyük" dedim; vardır bildiği... Aklımca totem yaptım. Kötüyü anarsan, gelir... Yine güçlü durdum. Ağlamadım. Karnımdakileri düşünmek zorundaydım. Bir yandan iş yoğunluğu, bir yandan insanların verdiği ağırlık, bir yanda babam, bir yanda bebeklerim...
Ama bir tarafım babama gitmem gerektiğini söylüyordu bir tarafım ne yapacağını bilemiyordu. Yine doktoruma sordum. Usulca kalktı ve odasının kapısını kapattı. Benimle bir abi, bir baba, bir büyük gibi konuştu. En sonunda aynen şöyle söyledi:
"Hamile olmasaydın' hemen git' derdim. Ama hamilesin ve durumun riskli. Bir kere risk alıp gittin zaten. Sen benden daha iyi biliyorsun. Ne yolculuğu kaldırabilirsin ne de orada yaşayacaklarını. Ne "her şey iyi olacak" diyebilirim ne de başka bir şey... Bu hayatın kabullenmemiz gereken bir tarafı. "Her şeye hazırlıklı ol" diyebilirim sadece. Ama ne olursa olsun, babanı hep güzel hali ile hatırla. Gidersin, aksilik olur bebekleri kaybedersek baban daha çok üzülür."
Üzülürdü babam... Cinsiyetlerini yoğun bakımda öğrendiğinde artık konuşamıyormuş ve ellerini kaldırıp "sağ salim doğsunlar" demiş sessizce... Üzülmek ne kelime; kahrolurdu. Gidemedim ama dua ettim. "Lütfen...."
Hepiniz mutlu bir son okumayı diliyor biliyorum. Ne yazık ki bu hayatta her şey berbat gitmediği gibi her şey hayal ettiğimiz gibi de olmuyor. Hamileliğimin onaltıncı haftasında bir sabah işteyken aldım haberi... Önce ağladım, sonra eve gittiğimde sustum ve günlerce konuşamadım. Kalbimin sesi eşim oldu. Elim oldu, ayağım oldu, ağzım oldu, dayanağım oldu. Ben hep aklıma babamın sözünü getirdim: "Siz iyiyseniz, ben iyiyim." Bir de bilirim ki bize bir şey olsa babam dünyayı yakardı. O kadar güçlüydü benim babam. Hayatının aşkını kaybetmiş bir anne, anne olmak üzere olan bir anneye, evladına "Dayan kızım" diyordu. Annem de güçlüdür benim. Ben onların kızıyım. Ben de bebeklerime öyle söyledim. "Siz iyiyseniz, ben iyiyim. İyi olmak zorundayım. Beni güçlü tutan da sizsiniz. Siz bana, ben size ve babanıza; birbirimize tutunmak zorundayız" Babam anneme ve bize tutunmuştu bu hayatta ve ben de Oğuz Bey'e ve çocuklarıma tutundum...
Babama veda etmedim... Çünkü onun sesini duyamayacağım, göremeyeceğim, sarılamayacağım belki. Belki de her dilediğimde zaten sesini duyuyor, görüyor ve sarılıyorum.
Babama veda etmedim... Çünkü sırtımı 35 yıl dayadığım bir çınar O. Mutlu çocukluğumu, sorunlu gençliğimi ve dingin yetişkinliğimi göğüsleyen O. Beni her kötülükten koruyan O. Bana kim ne yaparsa yapsın, ailem için ayakta kalma gücü veren O. Bu yüzden de sayısız evlat baba sevgisi ne bilmez iken ben O'nunla geçen bunca yıl için şükretmezsem nankör olurum.
Babama veda etmedim... Çünkü kızım da benim gibi sarışın ve eşim farkında olmadan onu "Sarı kızım" diye seviyor. Ne mutlu! Ben baba- kız onlara her baktığımda babam saçımı okşuyor benim... ve ben babamın mutlu olduğunu hissede hissede kızımı ve oğlumu büyütüyorum.
Kalbimde nefes alıyor benim babam...
11 Nisan 2016 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder